Tarkovsky ve Béla Tarr’ın sinemasında zamanın kullanımı

image.png

Tarkovsky ve Béla Tarr’ın sinemasında “zaman”ın kullanımı, her iki yönetmenin de filmlerini sadece dramatik akış üzerinde ilerleyen anlatılar olmaktan çıkarıp bir tür “hakikat arayışına” dönüştürür. İslami felsefede zaman, mutlak manada ilahi takdirin ve varoluşun bir tezahürü olarak görülür; tek başına bir “saat” veya “kronolojik” bir olgu olmaktan öte, bir yönüyle de “yaradılışın sürekliliği”ni ve “insan bilincinin” tecrübesini yansıtır. Bu nedenle, Tarkovsky’nin “Ayna” (Zerkalo) filmi ve Béla Tarr’ın “Torino Atı” (A torinói ló) filmi, zamanın hem dünyevi hem de metafizik boyutlarını yoğun biçimde ortaya koyan örnekler olarak dikkat çeker. Aşağıdaki bölümlerde iki filmdeki zaman kullanımı ve bunun İslami düşüncedeki zaman anlayışıyla kurabileceğimiz muhtemel paralellikler üzerinde durmaya çalışacağım.

  1. İslami Felsefede Zaman Kavramının Ana Hatları

İslami felsefede (özellikle de ilk dönem kelamcılar, Meşşai filozoflar ve mutasavvıflar arasında) zaman anlayışı, birkaç boyut etrafında şekillenir: • Mutlak Zaman (Zaman-ı İlahi) ve İzafi/Beşeri Zaman: Allah katında zaman, sınırlı ve mekanik bir yapı değildir. Varlığın yaratılışı ve insanın kaderi, bu ezeli-ebedi hakikat çerçevesinde değerlendirilir. Fakat insanın dünyadaki algısı, çoğunlukla ardışık (lineer) ve kesit kesit ilerleyen bir zaman tecrübesine dayanır. • Dünyevî Geçicilik ve Ahiret Boyutu: İslami tasavvuf ve felsefede, dünyadaki zamanın faniliği (geçiciliği) vurgulanır. Bu yüzden, “dünya hayatı bir rüya gibidir” metaforu sıklıkla işlenir. Zamanın akışı bir sınav, bir imtihan süreci gibi görülür; gerçek sonsuzluk ancak ilahi hakikatle bağ kurulduğunda, ahiret boyutunda tecrübe edilir. • An (Dem) ve Kesintisiz Yaratma: Özellikle mutasavvıf düşünürlerde, her “an”ın Allah tarafından yeniden yaratıldığı, varlığın sürekli bir tazelenme içinde olduğu fikri önemlidir (İbn Arabî, Mevlânâ vb.). Bu sürekli yaratılış fikri, zamanın lineer değil daha çok “devrî” ya da “anlık kesintisizlik” olarak tecrübe edilebileceğini de ima eder.

Bu bakış açısı, sanat ve sinemada “zaman”ı sadece hikâyeyi ilerletmek için kullanılan bir araç olmaktan çıkarıp, daha derin bir içsel tefekkür alanı hâline getirebilir.

  1. Tarkovsky ve “Ayna”: Zamanın Hafıza ve Metafizik Boyutu

2.1. Hafızanın Akışkan Zamanı

Tarkovsky’nin “Ayna” filmi, yönetmenin kendi çocukluk anıları, annesiyle olan ilişkisi, Sovyet Rusya’nın tarihsel travmaları ve rüya sekansları arasında gidip gelen, lineer olmayan bir kurguya sahiptir. Film, zamanın “anı”, “rüya”, “gerçek” ve “hayal” düzlemlerinde iç içe geçtiği, hatta çoğu zaman da birbiriyle çakıştığı bir yapıya oturur. Bu durum, İslam düşüncesindeki “dünyanın bir rüya gibi olduğu” veya “hakikatin farklı mertebeler üzerinden tecrübe edilebileceği” yaklaşımıyla benzeşir.

Örneğin, filmde karakterlerin bir anda çocukluk sahnesine geçmesi, sonra geri dönmesi veya birden savaştan kesitler izlememiz, kronolojik akıştan kopuşu gösterir. Bu, “mazi” ve “hal” kavramlarını ayırmayan, geçmişi daima şu âna sinmiş olarak gören bir bakışla benzeşebilir. İslami felsefede de “an”ı (demi) tam idrak etmek, geçmiş ve geleceğin izafi olduğunun farkına varmak demektir.

2.2. Manevi Derinlik ve Zamansızlık Hissi

Tarkovsky’nin sinemasında su, ateş, rüzgâr gibi doğa ögeleri sık tekrarlanır. Bunların bir tür “manevi simge”ye dönüşmesi, filmlerde an be an algıladığımız dünyanın ardındaki “ezeli-ebedi” gerçeğe işaret etme arayışıdır. “Ayna” özelinde, özellikle rüyavari geçişler ve şiirsel monologlar, lineer zamanı kırarak seyirciyi “zamansızlık” hissi içine sokar.

Bu durum, İslami metafizikteki “mutlak hakikat”e (Hakk) yönelme arzusuyla benzerlik taşır. Çünkü sinemada zamanın adeta “askıya alındığı” ya da “donduğu” bu sahneler, yönetmenin anlık da olsa dünyevi akıştan çıkıp daha geniş bir varoluşsal boyuta geçmeyi hedeflediğini hissettirir. İslam düşüncesindeki “her an yeniden yaratılış” doktrini de tam bu noktada, anın içindeki ebediyete kapı aralayan bir sezgiyi besler.

  1. Béla Tarr ve “Torino Atı”: Durağanlık ve Tekrarlayan Dönüşüm

3.1. Yavaş Sinema ve Zamanın Uzaması

Béla Tarr’ın “Torino Atı” filmi, son derece minimal bir hikâye etrafında, uzun plan sekanslar ve neredeyse monoton bir tekrar düzeniyle ilerler. Film, bir baba-kız ve atın kasvetli coğrafyada geçen altı gününü konu alır. Günler, neredeyse birbirinin aynı eylemlerle – su çekmek, patates pişirmek, atı beslemek vb. – tekrar edilir. Bu “yavaş sinema” yaklaşımı, seyircinin duyusal ve zihinsel olarak “sabır” göstermesini, rutin tekrarların içindeki küçük değişimleri fark etmesini ister.

İslami düşüncede zamanın tekrara dayalı boyutu, özellikle ibadet ritüellerinde (beş vakit namaz, oruç, zikir vb.) görülür. Tekrar, tekdüzelik gibi gözükse de aslında her defasında farklı bir manevi derinlik kazanabilen bir döngüdür. “Torino Atı”ndaki tekrarlar da dışarıdan bakınca bunaltıcı ve karanlık gözükür; ancak film, tam da o karanlığın içinde, insanın metafizik bir çaresizlikle yüzleşmesini sağlar. Dış şartların değişmemesi, bir anlamda ruhun kendi içine yönelerek aslî sorularını sormasına zemin hazırlar.

3.2. Kıyamet ve Fanilik Teması

Film boyunca hava sürekli kötüleşir, rüzgâr eser, dış dünya âdeta yok olmaya yüz tutar. Zaman ilerledikçe ışık da yavaş yavaş azalır; son sahnelerde lambaların artık yanmadığı, dışarıyla bağlantının koptuğu görülür. Adeta küçük bir “kıyamet” atmosferi oluşur. Bu, İslami teolojideki “zamanın sonu” (kıyamet) yaklaşımıyla benzer sembolizm içerir. Dünyanın maddi varlığı giderek hükmünü yitirir; insan hem psikolojik hem de metafizik bir sınıra dayanır.

Tarr’ın bu kasvetli atmosferi, izleyiciye, dünyanın faniliğini ve tek başına kaldığında insanın ne kadar çaresiz olduğunu hissettirir. İslam düşüncesinde de “dünya hayatı” nihayetinde bir “gurbet” ve “imtihan” yeridir; insanın hakiki kurtuluşu, dünya ötesi bir farkındalık ve “hikmet” kazanmasıyla ilgilidir. “Torino Atı”nda, film boyunca dua ya da inanç sembolleri çok açık şekilde işlenmese de – Tarr’ın seküler üslubu malum – içsel bir “sabır” testi gibi işleyen zaman duygusu, bu manevi boyuta kapı aralayabilecek derin bir deneyim sunar.

  1. İki Filmin Zaman Kullanımını İslami Felsefeyle Özetle İlişkilendirme
    1. Lineer Olmayan Zaman – Müşahede / Şuhûd Deneyimi: “Ayna” filminde, anıların, rüyaların ve gerçekliğin üst üste bindirildiği bir kurgu, seyirciye “zaman”ı lineer bir çizgi olarak değil, bir bütün olarak yaşatır. Bu, İslami tasavvufta da “zamanın özünde devrî” olduğu veya en azından “eş-zamanlı” bir tecrübe yaşanabildiği fikriyle uyuşur. Şuhûd (hakikati müşahede) sırasında kulun geçmiş ve gelecek kaygısından arınıp “anda” Hakk ile buluşabileceği tasavvuru, Tarkovsky’nin sinemasındaki rüya benzeri atmosferde hissedilebilir.
    2. Tekrar ve Fanilik – Sabır ve İmtihan: “Torino Atı”nın tekdüze ve karanlık tekrarları, hayattaki sıradan ritüellerin dahi manevi bir sorgulamaya aralanabileceğini, ancak bunun için seyircinin (ve karakterlerin) sabrı ve içsel direnci olup olmadığını gösterir. İslam felsefesinde zamanın “sınav” boyutu ve bu dünyada geçici oluşumuzla yüzleşme hali, filmdeki büyük çöküş atmosferiyle paralellik kurar. Giderek kararan dünya, faniliği en uç noktada görselleştirir.
    3. Zamanın Manevi ve Metafizik Vurgusu: Her iki yönetmen de zaman kavramını, filmin dramatik yapısından ziyade insanın iç dünyasını keşfetmesi için kullanır. Bu da İslami felsefedeki “an”ın maneviyatla dolması durumuyla benzerlik taşıyabilir. Tarkovsky’de su, alev, rüya sekansları; Bela Tarr’da uzun planlarla sabitlenen gündelik eylemler, insanda derin bir iç gözleme yol açar.
    4. Sonluluk ve Sonsuzluk Arasındaki Gerilim: İslami düşüncede zaman, mutlak sonsuzluğun (ilahi boyutun) gölgesinde akıp giden sonlu bir deneyimdir. Tarkovsky’nin “Ayna”sındaki belirsiz final ve Tarr’ın “Torino Atı”nın karanlıkta kaybolan son sahneleri, sinematik olarak bu gerilimi hissettirir. İnsanın zamanın içinde sıkışmışlığı ve aynı zamanda zaman ötesine duyduğu özlem, filmlerde estetik bir dille ifade edilir.

Sonuç

Tarkovsky’nin “Ayna”sı ve Béla Tarr’ın “Torino Atı”, sinemada zaman kullanımına dair iki farklı üslup sunsalar da, ikisi de lineer olmayan veya uzayan/durağan bir zamanı seyirciye yaşatma gayretindedir. Bu yaklaşım, İslami felsefedeki zaman anlayışıyla – özellikle de “geçici dünya” ve “ebedi âlem” arasındaki gerilim, “her anın yeniden yaratılışı”, geçmiş-gelecek ayrımının görece olması, tefekkür ve sabır gibi kavramlar – pek çok noktada örtüşen bir içerik sunabilir. Sinemada bu tür zaman kullanımı, izleyiciyi sadece hikâyenin olay örgüsüyle değil, varoluşsal ve manevi boyutlarıyla da yüzleştirmeye davet eder.

Dolayısıyla, İslam düşüncesinin zaman kavramına ilişkin boyutlarını dikkate alan bir bakışla bu filmleri incelemek, yönetmenlerin sinemayı sırf bir anlatı aracı olmaktan çıkarıp bir “iç deneyim” yahut “tefekkür sahası” olarak tasarladıklarını göstermeye yardımcı olur. Tarkovsky’de metafizik ve hafızanın iç içe geçişi, Béla Tarr’da ise durmadan tekrar eden gündelik eylemlerdeki kasvetli bekleyiş, İslami felsefenin sabır, fanilik ve aşkın hakikat arayışı gibi temalarıyla diyalog kurmaya imkân verir.

Daha fazla detay vermek gerekirse, islami tasavvuf literatüründe özellikle İbn Arabî (1165-1240) ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (1207-1273), “her an yeniden yaratılış” meselesini (teceddüd-i emsâl) çokça işlemişlerdir. Bu fikre göre, Allah, evreni ve içindeki varlıkları tek seferlik bir yaratıştan ibaret kılmamış; aksine, her “an”da durmaksızın yeniden var etmektedir. Böylece zaman, kronolojik-düz bir akış olmaktan çıkar; her ân, yepyeni bir yaratılışla “başlangıç” hükmüne geçer. Aşağıda bu konuyla ilgili hem İbn Arabî’nin hem de Mevlânâ’nın görüşlerinden kısaca örnekler bulabilirsiniz:

  1. İbn Arabî’den Örnekler

1.1. “Fütûhât-ı Mekkiyye” ve “Sürekli Yaratma” Vurgusu

İbn Arabî, başyapıtı sayılan el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye (Mekke Fütuhatları) adlı eserinde, Kur’an-ı Kerim’deki “O, her an (kulle yevmin) bir iştedir.” (Rahmân, 55:29) ayetini tefsir eder. Bu ayete dayanarak der ki:

“Varlık, Allah’ın ‘her an başka bir iş’ üzere olması hasebiyle hiç durmadan, kesintisiz bir şekilde yenilenmektedir. Bir önceki ‘dem’deki varlık, bir sonraki ‘dem’de aynen kalmaz; yenisiyle tazelenir.”

Bu yorum, Allah’ın tecellilerinin ve yaratış fiilinin tekrara düşmeden, daima “yeni” ve “taze” olduğunu açıklar. Dolayısıyla zaman da sanki “dilimlere” bölünmüş, mekanik ve geri dönülmez bir çizgi olmaktan çıkıp, sürgit yenilenen bir “anlar zinciri” şeklinde görülür. İbn Arabî, bu sürekli yenilenme sayesinde varlığın ve kâinatın “daima diri ve değişken” kaldığını belirtir.

1.2. “La Tekrâr Fi’t-Tecelli” İlkesi

İbn Arabî’nin meşhur sözlerinden biri olan “لَا تَكْرَارَ فِي التَّجَلِّي” (“Tecellide tekrar yoktur”) ilkesi de aynı yaklaşıma dayanır. Her tecelli (Allah’ın tezahürü, yaratışı), bir öncekinden farklıdır. Bu, varlığın sürekliliğini ve zamanın akışında yepyeni boyutların doğuşunu ifade eder. “Zamanın ‘anlık kesintisizliği’” dediğimizde, işte bu yeni tecellilerin ardı ardına kesintisiz biçimde gelmesi kastedilir.

  1. Mevlânâ’dan Örnekler

2.1. Mesnevî’de “Dün Dünde Kaldı” Yaklaşımı

Mevlânâ’nın Mesnevî ve diğer eserlerinde sıkça vurguladığı bir tema, “her anın bir öncekinden farklı bir hakikat taşıdığı” düşüncesidir. Meşhur sözü vardır:

“Dün dünde kaldı cancağızım, bugün yeni şeyler söylemek lazım.” Bu söz, çoğunlukla mecazi olarak “Bugün dünle aynı olmayacak, sürekli yenilik arayalım.” anlamında kullanılır. Ancak tasavvufî arka planıyla bakıldığında, her anın Allah katında yeni bir yaratılış sahnesi olduğunu, dolayısıyla insanın da her an tazelenmesi ve dünü geride bırakarak bugünde yeni bir boyutta var olması gerektiğini anlatır.

2.2. “Her Dem Yeni Bir Dünya Doğar”

Mevlânâ, Mesnevî’nin birçok yerinde evrenin yaratılışını “devam etmekte olan bir süreç” olarak tanımlar. Örneğin, şu meşhur beyit bu fikri özetler (beyit sıralaması farklı nüshalarda değişebilir, fakat anlam aynıdır):

“Her dem yeni bir âlem doğar; Her dem yeni bir can uyanır.” Bu ifadesi, Allah’ın tecellilerinin durmaksızın yenilendiğini ve buna bağlı olarak varlığın kesintisiz bir “tazelenme” süreci yaşadığını vurgular. Zaman, ölü bir fon veya değişimi sabitleyen bir çerçeve değil, bizzat yaratılışın tekrardan inşa edildiği “ebedî bir şimdiki an”dır.

  1. Konunun Özeti ve Bağlam
    1. Her An Yeniden Yaratılış (Teceddüd-i Emsâl) • Hem İbn Arabî hem de Mevlânâ (ve genel olarak mutasavvıflar), Kur’an’daki “O, her an bir iştedir” ayetini merkeze alarak evrenin durağan veya kendi haline bırakılmış bir mekanizma olmadığını, Allah’ın sürekli yaratış fiiliyle ayakta durduğunu vurgularlar.
    2. Zamanın Devrî veya Kesintisiz Akışı • Bu fikir, konvansiyonel “lineer zaman” anlayışını sarsar. Zira varlık, kesintili bir akışın parçası değil, “anbean” yenilenen bir öz’e sahiptir. Böylece bir yönden bakıldığında “devirsel” (her an başa dönme gibi), diğer yönden bakıldığında “anlık kesintisizlik” (duruşu olmayan sürekli bir akış) olarak tezahür eder.
    3. Tecrübe ve Farkındalık Boyutu • Tasavvuf ehline göre, insan bu sürekli yenilenmeyi fark edebilirse, manevi anlamda “an”ın idrakine ulaşır. O zaman geçmişin prangasından ve geleceğin kaygısından sıyrılarak ilahî hakikatle “tam şu an” buluşabilir. Mevlânâ’nın “Bugün yeni şeyler söylemek lazım” deyişi, zahiren bir yenilik çağrısı gibi dururken, batında (içsel anlamda) bu “her an yeniden yaratılışın” farkında olmaya davettir.

Kısa Özet

İbn Arabî ve Mevlânâ başta olmak üzere İslam tasavvuf düşüncesinde “her an yeniden yaratılış” fikri, zamanın “geçmiş, şimdi, gelecek” şeklinde katı çizgilerle bölünmesinden farklı bir perspektif sunar. Bu perspektifte “an”, sabit bir noktadan ziyade sürekli olarak yenilenen, yaratılışın durmaksızın yeniden vücut bulduğu bir merkezdir. Dolayısıyla zaman, klasik anlamda düz bir hat üzerinde akmak yerine, “her an yeniden var olma” sırrıyla, kesintisiz ve daima canlı bir oluş süreci olarak anlaşılır.